Gökyüzü, gökyüzünde olanlar ve gökyüzünden gelenler her zaman insanların ilgisini çekmiştir.
Son dönemde yaşananlar da gösteriyor ki “yukarıda” olanlar halen ilgimizi çekiyor ve çekmeye de devam edecek.
İnsanların ateş ile tanışmasına vesile olan yıldırımlar, dolunay vakitlerinde gece boyu aydınlanan gökyüzü, zaman zaman gezegenimizin çevresinde dolanan kuyruklu yıldızlar veya atmosferimize girdiğinde parçalanmaya başlamasıyla beraber ışıldayan bir göktaşı (meteor) geçmişte olduğu üzere bugün de ilgimizin odağında yer alıyor.
Yaşadığımız büyük şehirlerde insan eliyle ortaya çıkan “hale etkisi”nden midir bilinmez kainatın aydınlandığı ilk andan itibaren yayılan o sonsuz ışığı geceleri artık kolay kolay fark edemiyoruz.
Çeşitli kaynaklardan elde ettiğimiz enerji yoluyla aydınlattığımız Dünyamız yıldız misali doğal bir ışık kaynağı olmasa da uzayın bir noktasında ışıldıyor. Dahası kendi ışığımızın sihrine öylesine kapılmış durumdayız ki çevremizde olan bitenden hatta gökyüzündeki sonsuz ışığın aydınlatırken huzur veren o muhteşem enerjisinden mahrum bırakıyoruz kendimizi.
05 Temmuz 2024 Cuma gecesi ilerleyen saatlerde özellikle sosyal medya platformlarında asteroid, meteor, göktaşı etiketleri (hashtag) birden üst sıralara yükseldi. Başta İstanbul olmak üzere neredeyse İç Anadolu Bölgesi’ne kadar uzanan bir eksende görülen ve şık saçarak ilerleyen gök cismi vatandaşlarımız arasında heyecan yarattı.
Herkesin gördüğüne dair farklı bir yorumu vardı. Kimisi bunun bir göktaşı olduğunu söylerken, bazılarımız yaşananı ne yazık ki insana özgü bir yaklaşımla çöplüğe çevirdiğimiz uzaydan dünyaya düşen bir “çöp” olduğunu belirtti. Belki de yörüngeye yerleştirilen haberleşme uydularından birisi son turunu İstanbul Boğazı üzerinde atmak istemişti.
Bazılarımız ise o gece yaşanacak yeniaya eşlik eden Güneş ve Sirius Yıldızı’nın kavuşumunun bir nişanesi olarak yorumladı bu olayı. Şimdi hapı yuttuk diyenleri de duyar gibiyim.
Sebebi her ne olursa olsun kilometeler boyunca gök kubbemizde süzüldükten sonra karanlığa karışan bu cisim kısa bir süre de olsa hepimizi aydınlatmıştı.
Bazı yorumlara göre karanlık yalnızca ışığın olmaması hali. Belki de içinde yaşadığımız evrendeki en temel dualite hakkında konuşuyoruz.
Karanlıkta kalmak çoğu kişi için özellikle de minik evlatlarımız için ürpertici hatta korku verici olabiliyor. Hatta bazılarımızın hayatı boyunca kendisine farklı şekillerde (travma, fobi vb.) eşlik eden konuların ortaya çıkmasına da neden olabiliyor.
Karanlığın ortasında neyi nasıl yapacağını bilemeden, hangi yöne doğru hareket edememenin belirsizliği ile yaşananlar bazen beklenmedik şekilde de sonuçlanabiliyor. İşte o anlarda içinde bulunduğumuz karanlıktan sıyrılarak aydınlanabilmek için çok ufak bir kıvılcım (kaynağı her ne olursa olsun) dahi yeterli olabiliyor.
İlk insanların geceyi aydınlatan şimşeklere, bunların düştükleri yerde oluşan ateşe bir nevi kutsiyet atfettiklerini söyleyebiliriz. Bu kutsiyet çağlar boyunca farklı formlarda varlığını sürdürerek günümüze kadar ulaştı. İnsanlar olarak bizler artık “kendi” ürettiğimiz “ışık” ile aydınlanıyoruz.
Peki ya yüzleşmekten özellikle imtina ettiğimiz kendi içimizdeki karanlık için ne söyleyebiliriz?
Sadece bizim bildiğimiz, kendi kendimize ördüğümüz aşılmaz duvarların arasında sakladığımız, ara sıra varlığını hatırladığımızda bir bakış atıp ardından daha da derinlere gönderdiğimiz kendi karanlığımız ile nasıl yüzleşir hatta onu aydınlatabiliriz?
Kendimize sakladıklarımızın vakit geçtikçe artık istiflenemeyecek hale gelip, ne kadar bastırılırsa bastırılsın muhafaza edilen yerden taşmaya başlaması sonucunda, gün yüzüne çıkması ile yaşanacakları hayal edebiliyor musunuz? Gel de Pandora’nın Kutusunu düşünme…
An gelir öyle bir durum ile karşılaşırsınız ki isteseniz de istemeseniz de aniden birisi veya bir şey sizi “aydınlatır”. Kontrolün artık elinizde olmadığı ve yalnızca izleyici konumunda olduğunuz bir anı deneyimliyorsunuzdur artık.
Aynen yukarıda örneğini paylaştığım göktaşının geçtiğimiz Cuma gecesi İstanbulumuzu ansızın aydınlatması gibi. Gökyüzünden ışık saçarak düşen cismi önce fark ettik sonrasında fotoğraflarını ve videolarını çektik, yorumlarımızı paylaştık ve gökten düşen 3 elma misali payımıza düşenleri aldık.
Tüm bu yaşananlar bana kendi içimizde barındırdığımız hatta sermayedarı olduğumuz kendi karanlığımızı anımsattı. İçimizde bir yerlerde vakti gelince aydınlanarak bizimle yüzleşmeyi bekleyen karanlığımız bulunuyor. Onu aydınlatmazsak sahip olduğumuz ışığımızın aslında tam anlamıyla parlamayacağını ve bir yanının hep soluk kalacağını söyleyebilirim.
Cevabı düşünmeye değer bir soru ile satırlarımı sonlandırmak istiyorum.
Üzerinizden geçecek bir kuyruklu yıldız veya göktaşı ışığıyla sizin karanlıkta kalan hangi yönünüzü aydınlatırdı acaba? Kendinizi buna ne kadar hazır hissediyorsunuz?
Yıldınızın parlayacağı, ışığınızla çevrenizi aydınlatacağınız bir hafta olması dileğiyle…
***
📌 2024 Bireysel ve Kurumsal Eğitim & Seminer Tanıtım dosyamızı incelediniz mi?