İnsan Kaynaklarının bugün ki bakış açısı ile “İnsan Kaynakları” olarak adlandırılabilmesi düşünüldüğü kadar basit ve kolay olmamıştır.
Epigenetik mirasçısı olduğumuz personel yönetiminin varlık sürecinde işletmelerin her kademesinde yer eden izlerinin üzerinde inşa etmeye çalıştığımız stratejik partner niteliğindeki “modern” insan kaynaklarının geçmişini en fazla 30 yıl civarında geriye götürebiliyoruz.
İlk dönemlerinde tabelalarda görülen değişimin konu ile ilgili zihinsel süreçlere yansıması, söyleme dökülmesi ve uygulanmaya başlamasına şahit olan nesiller iş hayatında halen birarada çalışmaya devam ediyor.
“İnsan bir kaynak mıdır?” sorusu ile İnsan Kaynakları Yönetimini felsefi açıdan irdelediğimiz günler çok da geçmişte kalmadı. Bir işletmenin beşeri sermayesinin yani sahip olduğu insan gücünün önemine atfen yapılan açıklamaları okumaya, dinlemeye halen devam ediyoruz. Özellikle de üretken yapay zeka kullanımının iş dünyasını ve gelecekte meslekleri nasıl dönüştüreceğini konuştuğumuz günümüzde İnsan Kaynakları adının İnsan ve Kültür şeklinde kullanılmaya başlaması bir tesadüf olmasa gerek.
Bilinmeyen başlangıcından günümüze kadar uzanan binlerce yıllık hikayemizi dikkate alırsak yalnızca bir ân kadar süren insan kaynakları yönetimi yolculuğumuzda sanırım bir yerlerde bir şeyler yolunda ilerlemiyor. İşlerin yolunda gitmediğine dair sinyalleri yanlış algılama eşiğini aşmanın ötesinde bir noktaya gelmiş durumdayız diyebilirim.
Uzun bir süredir hayatı, yaşadıklarımızı, çalıştığımız işyerlerini, organizasyonları velhasılı yapıp ettiğimiz her şeyi değerlendirirken tüm bu konulara Sistem Yaklaşımı doğrultusunda odaklanmanın uygun bir metod olduğuna karar verdim.
Bağlı olan her alt ve üst sistemin yaşamsallığın devam ettirilebilmesi için gerekenlere(!) erişimi veya onları transfer edebilmeleri adına ihtiyaç duyduğu “Geçiş Koridorlarındaki” akış sonucunda ortaya çıkan denge halinin de tümdengelimsel veya tümevarımsal bir şekilde yaşantımızı şekillendirdiğini düşünüyorum.
Tüm bu süreçleri harekete geçiren enerji ise kimi zaman bizlerin anlamlandırabileceği sınırların ötesine geçip form değiştirerek yeniden hayatımızı şekillendirebiliyor.
Durumun meydana geldiği veya deneyimlendiği an, mekan, etkilenen objeler, kişiler vs. değişkenlik gösterse bile tek bir olgunun farklı yüzleri ile karşılaşıyoruz.
Günümüz iş dünyasında da aslından yaşadığımız bundan ibarettir. Dün Personel Yönetimi diyorduk, bugün İnsan Kaynakları Yönetimi diyoruz, yarın İnsan ve Kültür diyeceğiz belki de daha uzak bir gelecekte İnsan Orijinli Çalışanlarla İlişkiler diyeceğiz. Kullanılacak terimden bağımsız olarak düşünecek olursak odağımızda çalışan insan olacak.
Yukarıdaki detaylardan yola çıkarak bir organizasyonu ele alacak olursak; her biri kendi uzmanlık alanlarına odaklanmış, birbirinden farklı (eşsiz) iş birimleri arasında sağlanan denge-uyum-ahenk sonucunda varlığını sürdüren bir işletmede birimler arasında ortaya atılacak bir üstünlük söylemi entropiyi hızlandıracaktır.
Her iş birimi ortaya çıkardığı katma değer sonucunda işletmenin yaşamsal fonksiyonlarının sürdürülebilirliğini sağlamakla yükümlü olmakla birlikte diğer iş birimleri ile arasındaki iş birliğini sürdürmekle de yükümlüdür. İş birimleri arasında kimi zaman tümevarımsal kimi zaman da tümdengelimsel olarak tezahür eden akışta herhangi bir nedenden dolayı yaşabilecek sinyal kaybı işletmenin hayati bulgularına olumsuz bir şekilde yansıyacaktır.
İK Anlaşılmasına ve Gelişimine Engel Olan “Stratejik Partner Olma” İllüzyonundan Kendini Nasıl Özgürleştirebilir?
Çeşitli vesilelerle katıldığım kongre, panel veya toplantılarda, takip ettiğim çeşitli basılı yayın araçlarında, kitaplarda ve sosyal medyada konu insan kaynakları yönetimine geldiğinde hiçbir şekilde atlanmadan vurgulanan bir hususa dikkatinizi çekeceğim; İnsan Kaynakları yönetimi kademesinin stratejik partneridir.
“Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi” diye bir kavram var Murat Bey, İnsan Kaynakları nasıl stratejik olamaz? Siz şimdi ne demeye arı kovanına çomak sokuyorsunuz diyebilirsiniz.
Yıllarca yazıldı, konuşuldu, tartışıldı, paylaşıldı. İK yönetici pozisyonlarının zamanla GMY seviyesine kadar yükselmesi, yönetim kurullarında üye olarak yer alması ve birimin en üst seviyede temsil edilebilir hale gelmesi yani görünürlüğü ön plana çıktı diyebiliriz. Burada bir sorun yok…
Sanırım tüm bunlar yaşanırken bir şey gözden kaçırılmıştı. İşletmenin yani sistemin kurucusunun insana ve insan kaynaklarına yönelik yaklaşımı çok fazla dile getirilmeyen hatta konuşulanların “Sağır Oda”larda kaldığı bir konu olmuştur. insan Kaynaklarına sistemin kurucusu tarafından belirlenen rolün operasyonel/fonksiyonel mi yoksa bir derecede olsa yönetsel mi olacağı söz konusu işletmede yaşanacakların belirleyicisidir aslında.
Hele ki bir de imza yetkisi olan “sorumluluk” sahibi insan kaynakları yöneticilerinin kanuni anlamda “işveren vekili” olmaları işi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Bir yanda güncel kavramlar doğrultusunda çalışanın yanında bulunması gerektiği düşünülen insan kaynakları ekip üyelerinin an gelip yasal yükümlülükleri yerine getiren kişilere dönüştüğünde yadsınamaz bir gerçek karşımıza çıkar.
Evrensel nitelikli dualite kanununun işyerlerimizdeki en net yansıması insan kaynakları ekiplerinde cereyan etmektedir. Belki de İnsan Kaynakları diğer departmanların “elektrik” alamadığı ekiplerin arasında ilk sıralarda yer alıyordur. Ne dersiniz?
Söz konusu noktada odaklanılması gereken hususu “Stratejik olmanın sınırları nereden geçiyor?” sorusuna işletme genelinde verilecek cevaplar belirleyecektir.
Bizler zaman zaman üzerimize vazife olmasa dahi atfedilen her türlü işi ve sorumluluğu mevcuda ilaveten yerine getirebilmenin mücadelesini veriyoruz. Kimimiz yeri geliyor idari işlerle, kalite süreçleri ile hatta kurumsal iletişimle alakalı görev ve sorumluluklarla da muhatap oluyoruz. Maddi kaynak yetersizliği, çekirdek nitelikli bir kadro ile çalışmanın yaşattıkları, işletme içinde mevzuatla menfaat arasında kalma durumu vs. derken tokmak bir başkasının elindeyken elimizde tuttuğumuz davul neticesinde durumumuzu her bulduğumuz fırsatta “stratejik” olarak nitelendirmek nasıl bir dilemmadır dersiniz?
İnsan olmadı mı isterseniz dönümlerce araziye kurulmuş fabrikanız, binanınız veya donanımınız olsun hiçbir şeye fayda etmez. Onları harekete geçiren bir anlamda canlandıran bünyenizde yer alan insan gücünüzdür. (Robotlar konusunu şimdi karıştırmayın lütfen.) İnsan Kaynakları bölümleri bir işletmeye can katanların kurumlara giriş-çıkış yaptıkları bağlantı noktaları gibidir. Duyulan ihtiyaç doğrultusunda temin edilen insani kaynak ilgili bölümlere sevk edilerek işletmenin yaşamsal fonksiyonlarının devamı sağlanır. Bu kadar basit mi yaptığımız işler diyeceksiniz ama gerçekten de bu kadar basit anlatabiliriz. Ne demişler “Simple is the best.”.
İnsan Kaynakları olarak yerine getirdiklerimiz, sorumluluklarımız önemli hatta bir dereceye kadar hayati olmakla beraber bir sistem olarak nitelendirebileceğimiz işletme içerisindeki diğer bölümlere göre tüm bunlar bizi gerçekten ne kadar stratejik kılıyor? Üretim, finans, pazarlama ve diğer bölümler aynı söylem doğrultusunda harekete edecek olursa söz konusu işletmede yaşam nasıl devam edebilir acaba?
İnsan Kaynaklarının yönetim kademesinin stratejik partneri olması söylemi yine insan kaynaklarının kurum içerisinde tüm iş birimlerine kendisini kabul ettirme çabasının bir yansıması mıdır? Yoksa üst yönetime karşı rüştünü ispat ettiğine dair söyleminin en yüksek notadan dile getirilmesi midir? Ya da bu söylemi kendini gerçekleştiren kehanet misali bir yaklaşımla mı değerlendirmemiz gerekiyor? Yorumu size bırakıyorum.
Gerçek şu ki yazımın başlığında da yer verdiğim illüzyon kelimesinin bu alana gönül verenlerin yaşadıklarını yansıttığını düşünüyorum.
Kendimizi mümkün olan her fırsatta stratejik olarak ifade etmektense yapıp ettiklerimizin doğrultusunda ortaya çıkan “değer” sonucunda her anlamda “insana dair” dokunuşumuz ile hatırlanarak bunlar vesilesiyle evrenin her köşesinde adımızın anılmasının çok daha önemli olduğunu belirtebilirim. Ötekileştirmeden ve ötekileştirilmeden, diğerleri tarafından stratejik olduğumuz vurgulanarak, kurumumuzun olmazsa olmazları arasında sayılmaya başlandığımızda bu durum kesinlikle değişecektir.
Ayaklarımıza yine kendimizin taktığı prangaları fark ederek, kendimize dair değerlere ve önceliklerimize yönelip derinlemesine “içimize dönüp” insanı gerçekten neremizde hissettiğimize odaklandığımızda söz konusu illüzyondan özgürleşme yolundaki adımları atacağımızdan şüpheniz olmasın.
O zaman bu kadar kelimenin ardından, algılarınızı yeniden ayarlamak için kendinizi hazır hissediyor musunuz?
Hazırsanız, bu yolculukta size esenlik diliyorum.
***
Ürün ve Hizmetlerimiz hakkındaki güncel bilgilerinin yer aldığı Kurumsal Tanıtım Dosyamızı incelediniz mi?